
İlişkilerde Birbirini Değiştirme Eğiliminin Yıkıcı Etkileri
İlişkilerin en sihirli anları, genellikle iki insanın birbirini tüm kusurları ve farklılıklarıyla kabul ettiği o ilk zamanlardır. Henüz beklentilerin törpülenmediği, her özelliğin "ilginç" ve "orijinal" olarak görüldüğü o balayı dönemi... Peki, ne olur da bir süre sonra o sevdiğimiz insan, elimizde bir çekiç ve keskiyle şekil vermemiz gereken bir mermer bloğuna dönüşür? "Keşke biraz daha sosyal olsa," "Şu hobisinden vazgeçse ne güzel olur," "Daha hırslı olmasını isterdim" gibi masum görünen düşünceler, aslında bir ilişkinin temeline yerleştirilen dinamitlerden farksızdır. Artık karşımızdaki insan, sevdiğimiz değil, dönüştürmeye çalıştığımız bir proje haline gelir.
İki tarafın da birbirini sürekli olarak "daha iyi bir versiyona" dönüştürme çabası, sevgiyle başlasa bile genellikle hayal kırıklığı, öfke ve ayrılıkla sonuçlanan sancılı bir sürece evrilir. Çiftler giderek birbirlerinden uzaklaşır ve kendi kişiliklerini korumak için çatışmalara girerler.
Gelin, bu "değiştirme sanatının" doğurduğu yıkıcı sonuçları ve altındaki psikolojik dinamikleri birlikte inceleyelim.
Neden Değiştirmek İsteriz? Masum Niyetlerin Ardındaki Tehlike
Kimse partnerini mutsuz etmek için onu değiştirmeye çalışmaz. Bu hareket genellikle bizim otomatik pilotta olarak yaptığımız bir harekettir. Genellikle bu isteğin arkasında farklı motivasyonlar yatar:
-
Kontrol ve Güvenlik İhtiyacı: Belirsizlikten korkarız. Partnerimizin bizim istediğimiz gibi davranması, geleceği daha öngörülebilir ve güvenli kılar. Onu kendi "idealimize" yaklaştırdıkça, kontrolün bizde olduğunu hisseder ve rahatlarız.
-
Yansıtma ve Kendi Eksiklerimiz: Bazen partnerimizde değiştirmek istediğimiz şeyler, aslında kendimizde eksik gördüğümüz veya başaramadığımız özelliklerdir. Kendi sosyal kaygısı olan birinin partnerini "daha girişken" olmaya zorlaması buna klasik bir örnektir. Veya partnerinin rahatlığından şikayet eden bir kişi, aslında kendisinin rahatlamaya ihtiyacı olduğunun farkında olmayabilir.
-
Toplumsal ve Ailevi Baskılar: "İdeal çift" kalıpları zihnimize o kadar işlenmiştir ki, partnerimizin bu kalıba uymayan yönlerini bir an önce yontmak isteriz. Ailemizin veya arkadaşlarımızın beklentileri, ilişkimizin üzerinde görünmez bir baskı oluşturur. Son dönemlerde de özellikle sosyal medyada görüp kıyas yaptığımız ilişkiler, büyük bir risk oluşturur.
-
"Onun İyiliği İçin" Yanılgısı: En tehlikeli motivasyon budur. Partnerimizin potansiyelini gördüğümüze ve onu "daha iyi" bir geleceğe taşıyacağımıza inanırız. Ancak bu "iyilik" tanımı genellikle bizim kendi doğrularımızdan ibarettir ve karşı tarafın kimliğini hiçe sayar.
Değiştirme Çabasının İlişki Üzerindeki Yıkıcı Sonuçları
Sürekli bir "geliştirme projesi" olmanın ve bir "proje yöneticisi" ile yaşamanın getirdiği sonuçlar, ilişkinin ruhunu yavaş yavaş öldürür. Bir zamanlar yoğun olarak hissedilen duygular, yerini sıkışmışlık ve tükenmişlik durumlarına bırakır.
1. Kimlik Kaybı ve Özgünlüğün Erozyonu
Sürekli eleştirilen ve değiştirilmeye çalışılan taraf, bir süre sonra kendi benliğinden şüphe duymaya başlar. "Acaba gerçekten yetersiz miyim?" sorusu zihnini kemirir. Partnerini memnun etmek için kendi zevklerinden, düşüncelerinden ve hatta arkadaşlarından vazgeçebilir. Sonuçta ortaya çıkan şey, partnerinin istediği ama kendisi olmaktan çıkmış, mutsuz bir gölgedir. Bu durum, derin bir kimlik bunalımına ve özsaygı kaybına yol açar. Bu özsaygı kaybı ile de kişi, neşesini, heyecanını ve buna benzer olumlu duygularını tanıyamaz ve yaşayamaz hale gelir. Dolayısıyla partneri de onun bu yeni versiyonundan çok mutlu olmaz.
2. Biriken Öfke ve Giderek Büyüyen Uçurum
Hiç kimse sürekli olarak yetersiz hissettirilmekten hoşlanmaz. Değiştirilmeye çalışılan taraf, başlangıçta uyum sağlamaya çalışsa da zamanla içinde bir öfke biriktirir. Her "yapıcı eleştiri," aslında "sen olduğun gibi yeterli değilsin" mesajı olarak algılanır. Değiştirmeye çalışan taraf ise çabalarının sonuç vermemesi karşısında hayal kırıklığına uğrar ve partnerini "inatçı" veya "umursamaz" olarak etiketler. Bu kısır döngü, iki taraf arasında görünmez ama aşılması zor duvarlar örer. Duvarlar kalınlaştıkça iletişim azalır ve yalnızlaşan ilişki yaşanmaya başlar.
3. Samimiyetin ve Duygusal Bağın Yok Olması
Gerçek samimiyet, yargılanma korkusu olmadan kendin olabilmektir. Bir ilişkide taraflardan biri sürekli olarak diğerini "düzeltilmesi gereken bir hata" olarak görüyorsa, orada güvenden ve samimiyetten bahsedilemez. Paylaşımlar azalır, derin sohbetler yerini yüzeysel konuşmalara veya sürekli bir çatışma haline bırakır. Partnerler birbirine karşı savunmacı bir tutum sergiler ve duygusal olarak birbirinden kopar. Samimi bir sohbet ise duygsal bağların yeniden güçlenmesine ve partnerlerin kendilerini oldukları gibi ifade edebilme özgürlüklerine imkan sunar.
4. Kaygı ve Sürekli Tetikte Olma Hali
Değiştirilmeye çalışılan kişi, "bugün neyimi beğenmeyecek?" kaygısıyla yaşar. Ev, huzurlu bir sığınak olması gerekirken, her an eleştirilebileceği bir performans alanına dönüşür. Bu durum, kronik strese ve anksiyeteye neden olur. Zamanla hiçbir karar almayan, hiçbir harekette bulunmayan ve sormadan hiçbir şey yapmayan birisi haline dönüşür. Risk almaktan ve sorumluluk duymaktan korkar. Değiştirmeye çalışan taraf için de durum farklı değildir; o da sürekli partnerinin "hatalarını" gözlemleyerek ve hayal kırıklığı yaşayarak benzer bir stresi deneyimler. Karşı tarafın değişmek yerine daha da keni içine kapanması ve sorumlulukları üstlenmemesi, değiştirmeye çalışan tarafı daha da öfkelendirir.
5. Kaçınılmaz Son: Ayrılık ya da Mutsuz Bir Birliktelik
Bu dinamiklerin hakim olduğu bir ilişki ya en sonunda büyük bir patlamayla biter ya da tarafların birbirinden tamamen umudu kestiği, sevgi ve saygının tükendiği, iki yabancının aynı evi paylaştığı bir alışkanlığa dönüşür. Her iki sonuç da derin bir mutsuzluk barındırır. Çünkü hiçbir ilişkide "güç savaşı"nın kazananı yoktur.
Çözüm: Değiştirmek Yerine Birlikte Gelişmek
Elbette bu, ilişkilerde hiçbir gelişim olmayacağı anlamına gelmez. Partnerimizde gördüğümüz ve bizi etkileyen davranışları dile getmryeceğimiz anlamına da gelmez. Önemli olan, "değiştirme" ile "birlikte büyüme" arasındaki ince çizgiyi ayırt edebilmektir.
-
Kabul Etmek: Partnerinizi, onu ilk sevdiğiniz haliyle, tüm paket halinde kabul edin. Onun temel kişilik özelliklerini, zevklerini ve değerlerini değiştirmeye çalışmak, o kişiyi sevmediğinizin bir itirafıdır.
-
İlham Vermek: Partnerinizin bir özelliğinin gelişmesini istiyorsanız, ona emirler yağdırmak yerine kendiniz o konuda örnek olun. Daha aktif bir hayat istiyorsanız, onu zorlamak yerine kendi spor rutininize sadık kalın. Sizin enerjiniz ve mutluluğunuz ona ilham verebilir.
-
"Ben" Dilini Kullanmak: "Sen çok pasaklısın" demek yerine, "Ev dağınık olduğunda ben kendimi huzursuz hissediyorum" demek, suçlayıcı bir tavırdan uzaklaşarak kendi ihtiyacınızı belirtmenizi sağlar. Bu, partnerinizi savunmaya itmek yerine çözüme davet eder.
-
Odak Noktasını Değiştirmek: Partnerinizin eksiklerine odaklanmak yerine, sevdiğiniz ve takdir ettiğiniz özelliklerini kendinize ve ona daha sık hatırlatın. Takdir, eleştiriden çok daha güçlü bir birleştiricidir.
Sonuç olarak; sağlıklı bir ilişki, iki insanın birbirini yonttuğu bir heykeltıraş atölyesi değildir. Aksine, iki farklı fidanın birbirinin güneşini kesmeden, kendi kökleri üzerinde özgürce büyüyebildiği, birbirine gölge olabildiği bir bahçedir. Partnerinizi bir proje olarak görmeyi bıraktığınızda, onunla gerçekten tanışma ve onu olduğu gibi sevme fırsatını bulursunuz. Ve gerçek aşk, değiştirmekte değil, kusurlarıyla birlikte sevebilme ve birlikte büyüyebilme cesaretinde gizlidir.
MİNE KANDAZ